Eğer bir psikoloji öğrencisiyseniz, sizin için nelerin faydalı olabileceğine dair yazdığımız bir başka yazı daha var. Daha çok rehber niteliğinde bir içerik arıyorsanız, o yazıya göz atabilirsiniz. Bu yazı ise biraz daha kişisel; neler yaptım, neleri farklı yapardım gibi bir hikâye. Şimdiden okuduğunuz için teşekkür ederim.
Eğer tekrar, 2016 yılında üniversiteye başladığım o güne dönebilseydim, bazı şeyleri kesinlikle farklı yapardım. O zamanlar agorafobiyle mücadele ediyordum. Aslında bu mücadele, üniversiteye başlamamla birlikte başladı. Dolayısıyla tek başıma dışarıda olmakla ilgili yoğun kaygılarım ve korkularım vardı. Buna bir de sosyal fobi eşlik ediyordu. Tüm bunların olduğu bir senaryoda, o dönem yaptıklarımdan çok farklı şeyler yapmak pek de kolay ya da mümkün değildi.
Ama ideal bir dünyada, bir ütopyada; tüm bu sorunların hiç olmadığı bir senaryoda lisans yıllarıma geri dönsem, neler yapardım, işte bunları anlatmak istiyorum. Yani bu yaşadıklarımı deneyimlemediğim bir versiyonumla…
Yine de küçük bir parantez açmak isterim: Eğer o yıllara, bu yaşadıklarımla birlikte dönseydim, yapacağım ilk şey terapiye başlamak olurdu.
Ben, yaşadığım agorafobi ve sosyal fobi nedeniyle okuldan çıkar çıkmaz yurda dönmek gibi bir rutinin içindeydim. Farklı yapacağım ilk şey, daha çok dışarıda olmak olurdu. Bolca dışarıda olmak… Üniversite okuduğum şehri daha çok gezmek, insanlarla daha fazla tanışmak, daha çok insan hikâyesi dinlemek isterdim.
Bir diğer konu, hazırlık yılı. Hazırlık sınıfını geçmenin yollarını bulmuştum. İngilizceyi biliyormuş gibi görünmenin yollarını da. Örneğin bir listening sınavına nasıl hazırlanılacağını çok iyi biliyordum. Ama bu, İngilizceyi gerçekten öğrendiğim anlamına gelmiyordu. Açıkçası şimdi o yıllara geri dönsem, İngilizce öğrenmek ve geliştirmek için çok daha fazla çaba harcardım. Sadece İngilizce öğrenmemin beklendiği bir yılım vardı ve ben o yılı, “hazırlık sınıfını en kolay yoldan nasıl geçerim?” diye düşünerek harcamıştım. Lisansa başladığımda ise İngilizce nedeniyle dersleri anlamakta, ödevleri kavramakta, hatta hocanın söylediklerini yakalamakta çok zorlandım. Çünkü bizim okulda tek kelime Türkçe konuşulmuyordu. O kadar utanıyordum ki hocalarla iletişim kuramıyordum. Bu yüzden bazı dersleri birkaç kez almak zorunda kaldım.
Şimdi geri dönsem, her şeye rağmen cesaretimi toplar ve hocalarla konuşurdum. Hatta konuşmaya, ne kadar utandığımı ve zorlandığımı açıkça söyleyerek başlardım. O zamanlar çok farkında değildim ama hocalarımın hepsi birer psikologdu.
İlerleyen yıllarda bölüm içinde çeşitli kulüpler kuruldu, çalışma grupları oluşturuldu, hocaların yürüttüğü araştırmalar için asistan çağrıları yapıldı. Ama ben, kaygılarım nedeniyle bunların hiçbirine başvurmadım. Şu an o fırsatlara yeniden ulaşabilsem, hepsinin peşinden koşardım. Reddedilme korkusunu bir kenara bırakır, yalnızca denemeyi önemserdim. Çünkü tüm bu deneyimler, hem üniversite hayatını hem de bilimle kurulan bağı derinleştiriyor.
Stajlar ve gönüllü çalışmalar da bir diğer mesele. Pandemi dönemine denk gelen son senemde bazı stajlara online olarak katılabildim. Ama öncesinde fiziksel olarak hastane stajlarına katılabilmiş olmayı çok isterdim. Bunun için sadece “Beni alır mısınız?” demeye yetecek cesaretim bile yoktu. Tekrar o yıllara dönsem, bu konuda çok daha cesur davranırdım.
Yapmayacağım bir diğer şey de şu olurdu: Hazırlığa başlar başlamaz psikoloji kitapları okumaya başlamıştım. Bunu kesinlikle yapmazdım. Çünkü hazırlık yılı, bunun zamanı değildi. O ilk heyecanla bu kitaplara fazla vakit ayırmam, sonraki yıllarda okuma motivasyonumu azaltmıştı. Geri dönsem, ilk yıllarda kitaplara daha az ağırlık verir, son yıllarda ise elimden geldiğince çok okurdum.
Bir diğer konu da genel not ortalaması… Açıkçası lisans yıllarımda ortalamaya pek dikkat etmedim. ALES puanım yüksekti, matematiğim iyiydi ve buna güveniyordum. Mülakatların da iyi geçeceğini varsayıyordum sanırım. Evet, şanslıydım; ortalamam istediğim okul için yeterli oldu. Ama çok istediğim bir okulun, sadece ortalama sınırı nedeniyle mülakatına bile giremeyebilirdim. Bu yüzden şimdi o yıllara dönsem, genel not ortalamamı belli bir seviyede tutmayı hedeflerdim. Derece yapacak kadar çalışmazdım belki ama sınırda da kalmazdım.
Hocalarla tanışmak ve onların sizi tanıması da önemliymiş. Aslında bunun oldukça basit yolları var: Derslerde biraz önlerde oturmak, bazen soru sormak, ders çıkışlarında bir şey danışmak, ödevleri özveriyle hazırlamak… Hatta bildiğiniz bir şeyi bile sorarak sohbet başlatmak. Bu küçük etkileşimler, hocaların sizi tanımasını sağlıyor. Çünkü diğer senaryoda, referans istediğinizde “Ama seni hiç tanımıyorum” cevabıyla karşılaşmanız oldukça olası.
Son olarak, bölümden bağımsız bir tavsiye… Ben; kaygılarım, korkularım ve bir yandan da “lüzumsuz” ya da “biraz cringe” diye düşünmem nedeniyle hiçbir öğrenci kulübüne katılmadım. Ama şimdi geriye dönüp baktığımda, çevre edinmenin, farklı şeyler denemenin ve üniversite yıllarını renklendirmenin en güzel yollarından biri olduğunu görüyorum. Lisans yıllarıma geri dönsem, alanla ilgili olsun ya da olmasın, kulüplere katılma konusunda çok daha açık olurdum. Korkmadan, çekinmeden, vaktim oldukça kulüplere dahil olurdum.
İşte benim farklı yapacağım şeyler bunlar. Bunlar birer tavsiyeden çok, “Ben bunu yaptım ve böyle yapmış olmayı dilerdim” dediğim kişisel bir hikâye. İyi ki’leriyle, keşke’leriyle… Yine de çok güzel yıllardı. Size de benimkinden çok daha güzel lisans yılları diliyorum.
-gizem
Lisans süreci benim için çok verimli geçti, çok çalıştım ve çok çabaladım demek, benim açımdan doğru olmaz. O dönem, eğitim hayatından bağımsız olarak hayattan uzaklaşmış ve neredeyse hiç çalışmamış, çabalamamış bir kişiden, “Neleri farklı yapardım?” kısmını okuyacaksınız. Bu yazı, aslında geçmişteki kendime yazdığım bir öneriler listesi.
Eğer lisans yıllarıma geri dönseydim, kendime vereceğim ilk öneri şu olurdu: Kaçıncı sınıfta olursan ol, istatistik ve araştırma becerilerini geliştir. Her sene ve ilerleyen süreçte—özellikle yüksek lisansta—karşına çıkacak araştırma konularında donanımlı olmak, hem hayatını kolaylaştırır hem de tatmin duygunu ciddi ölçüde artırır.
İkinci önerim: Genel not ortalamana dikkat et. Yüksek lisans başvuruları için bu, gerçekten çok önemli olacak.
Üçüncü önerim: Hocalara, aldığınız dersten ne öğrenmiş olarak çıkmanızı beklediklerini sor. Bu hem “Neden bu dersi alıyorum ki?” diye sinirlenmenin önüne geçer, hem de öğrendiklerinin neye hizmet ettiğini bilmek, o derse olan bağını güçlendirir.
Dördüncü önerim: Araştırmalar için oluşturulan öğrenci gruplarından en az birine katıl.
Beşinci önerim: O yıllarda bir makaleyi dahi tümüyle okumamıştın ve “literatür tara, makale oku, hipotez oluştur” gibi kavramlara oldukça yabancıydın. Bu noktada şanslıydın, çünkü arkadaşların sana çok yardımcı oldu. Ancak yüksek lisansta bu eksikliği ciddi şekilde hissettin. Bu konulara hâkimiyetin arttıkça, işlerin çok daha keyifli ve anlamlı hâle gelecektir.
Altıncı önerim: Uzmanlaşmak istediğin alan konusunda nettin; ancak psikolojinin diğer alt alanlarıyla ilgili stajlar yapmak ve bilgi sahibi olmak da düşündüğünden çok daha eğlenceli olabilir. Bu seçeneği mutlaka değerlendir.
Bunlar, yeniden başlayacak “bana” bırakılmış bir not kâğıdı. Açıkçası bu nottaki önerileri, geçmişe gidip kendime yüksek sesle söylemek isterdim. Çünkü bu başlıkların her biri, o an değilse bir ay sonra; bir ay değilse bir yıl sonra, mutlaka bir sorun olarak karşıma çıktı. Şimdi dönüp baktığımda, bu tavsiyelere uymanın çok daha fazla olumlu duygu yaşamama katkı sağlayacağını görüyorum.
“Bunları kesinlikle yapın!” demek fazlasıyla iddialı olurdu. Şu an hangi aşamada olduğunuzu bilmiyorum; ancak bir psikoloji öğrencisi olarak, öğrencilik hayatınızdaki zorlandığınız alanları fark etmenizi ve bu farkındalıkların üzerine gitmenizi gönülden tavsiye ederim.
İşte bunu kesinlikle yapın.
-ömer
