Üniversitenin üçüncü sınıfındayken kendime bir terapist arıyordum. Doğru kişiyi bulana kadar üç farklı terapistle birer seans yapmam gerekti. O süreçte, bir psikoloji öğrencisinin neden kendi terapi sürecinden geçmesi gerektiğini çok daha iyi bir yerden anlamaya başladım.
Psikoloji öğrencisi olan benim zihnimde şu düşünce oldukça kuvvetli etkilere sahipti: “Önce kendin iyi olmalısın ki başkalarına yardım edebilesin.” Ancak üniversitedeki terapist arama sürecim, bu düşüncenin çok daha ötesine geçmemi sağladı.
Ne olmaması gerektiğini görmek açısından son derece öğretici seanslar deneyimledim. Hatta bazı terapistlerin, danışan koltuğunda oturmanın nasıl bir his olduğunu hiç deneyimlemediklerini düşündüğüm anlar oldu.
Bu iki noktayı biraz daha açmak isterim.
1. Kendi Sorunlarını Tanımak ve Dönüştürmek Neden Önemlidir?
Bir psikoterapist adayı, kendi savunma mekanizmalarını, zayıf noktalarını ve tetikleyicilerini tanıdıkça, danışanlarına daha objektif bir yerden yaklaşabilir. Terapide danışan, terapistine geçmişteki önemli kişilerle ilgili duygularını yansıtabilir. Terapist ise farkında olmadan kendi geçmişinden taşıdığı duygularla danışanına yaklaşabilir.
Kendi terapisinden geçmiş bir terapist, bu tür aktarım süreçlerini daha kolay fark edebilir ve profesyonel sınırlarını daha sağlıklı şekilde koruyabilir. Aynı zamanda daha empatik, sabırlı ve açık bir tutum geliştirebilir.
Özellikle bağımlılık, travma ve depresyon gibi yoğun alanlarda çalışan terapistlerin, kendi deneyimlerinden aşırı etkilenmeden çalışabilmeleri, hem danışanın hem de terapistin psikolojik sağlığı açısından büyük önem taşır. Terapi, duygusal deneyimlere temasın yoğun olduğu bir süreçtir; terapistin kendi duygusal yükü fazlaysa, danışanın duygusal yüküne sağlıklı biçimde eşlik etmesi zorlaşabilir.
Bu sebeplerle, terapi yoluyla kendi değişimini deneyimlemek, mesleki açıdan son derece kıymetlidir.
2. Danışan Koltuğuna Oturmayı Deneyimlemek Neden Gereklidir?
Hayatın akışı içinde sürekli terapist koltuğunda oturmak, zamanla danışan olma hâlini unutturabilir — hatta bu deneyim hiç yaşanmamış olabilir. Oysa kendi değişim sürecinden geçmiş bir terapist, hem bu sürecin mümkün ve etkili olduğuna dair güçlü bir model sunar hem de yaptığı işe olan inancını derinleştirir.
Benzer yollardan geçmiş olmak, terapötik ilişkiyi güçlendirir; empatiyi ve anlayışı büyütür. Danışan olmayı bilmek, yaklaşım hassasiyetini artırır ve olası hatalı tutumların önüne geçilmesine yardımcı olur.
Bu nedenle danışan olma deneyimi, yalnızca kişisel bir kazanım değil; aynı zamanda mesleki bir dönüşüm aracıdır. İşte bu sebeplerle de terapi yoluyla daha iyiye gitmeyi deneyimlemek son derece değerlidir.
Son Söz
Hep inanmışımdır ki deneyim, en güçlü öğretmendir. Bu yüzden gelecekteki meslektaşlarıma, kendi içsel süreçlerinden geçmelerini; deneyimle zenginleşmelerini ve bu mesleği yalnızca okuyarak değil, yaşayarak içselleştirmelerini gönülden tavsiye ediyorum.
Şimdiden, danışan ya da terapist olarak yer alacağınız tüm seanslar için başarılar diliyorum.
Yazının kendime ayrılan kısmında benim terapi sürecimden edindiklerime yer vereceğim. Kendi terapi sürecimin öncesinde ve başlarında yaşadığım sorunla öylesine bütünleşmiştim ki, içinden çıkabileceğim ya da terapinin bir çare olabileceği fikrine inanamadığım bir noktadaydım. Sorunum, hayatımın bir parçası hâline gelmişti; benim için gerçek, çözümsüz, sorgulanamaz ve mutlak bir konumdaydı.
Psikoloji okuyan ve ileride terapist olmayı hedefleyen biri olarak, bu değişimin terapiyle sağlanamayacağına inanmak ayrıca umut kırıcıydı.
Tüm bu olumsuz inançların içinde terapiye başladım. Zamanla, gerçekliğini hiç sorgulamadığım düşüncelerimin gerçeği her zaman yansıtmadığını; terapinin ve terapistliğin, sorun yaşayan birey üzerinde nasıl dönüştürücü etkiler yaratabildiğini deneyimleyerek gördüm.
Kendi terapi sürecimden geriye, terapiye dair hep aklımda kalan iki temel farkındalık oldu. İlki, terapiye getirdiğim konunun zaman zaman iyiye giderken, zaman zaman da kötüleşebildiğiydi. Bunun mümkün olduğunu ve oldukça normal kabul edildiğini öğrenmek, benim için son derece rahatlatıcıydı.
İkincisi ise, değişmeyeceğine inandığım konudaki hem küçük hem de büyük değişimleri bizzat deneyimlemekti. Mutlak ve değiştirilemez olduğunu düşündüğüm gerçekliğin dönüşebildiğini görmek, benim için inanılmaz bir tecrübeydi. Bu değişim için terapide hedeflenen minik adımlar; dışarıdan bakan biri için bir karıncanın adımı kadar küçük olabilir. Ancak bu adımları atabilmenin ve ilerleyebildiğini hissetmenin yarattığı rahatlama ve hafifleme duygusu son derece güçlüydü.
Öğrendiğim bu iki noktayı kısaca özetlemek gerekirse: İlki, ilerlemenin doğrusal bir çizgide değil; inişleri ve çıkışları olan bir yol olduğuydu. İkincisi ise, düşündüklerimizin bizim için “gerçek” gibi hissedilebileceği; ancak bu düşüncelerin gerçekten gerçeği yansıtıp yansıtmadığını test etmenin, değişimin önemli bir parçası olduğuydu.
Üniversite yıllarındaki terapi deneyimimden hiç unutmadığım bu iki öğreti, bugün bir terapist olarak benim için oldukça yol gösterici ve faydalı olmaya devam ediyor. Umarım bu yazıda paylaştıklarımız, sizin de bu konu başlığına dair sorularınızı bir nebze olsun aydınlatabilmiştir.
